Kavramlar susarsa, nehirler şarkı söylemeyi bırakır…

Kavramlar; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, konsept, nosyon olarak bilinen izdüşümün tamamını kapsarlar.[1] Zihinsel aktivite, düşünsel akışkanlık kavramlarla sağlanır. “Kavram, en çok insani olandır.” Çünkü insan düşünen ve tasarlayandır.

Kavramların suskunluğu hayra alamet değildir. İnsani fonksiyonların azaldığını, gerilediğini gösterir. Bu durum bir çeşit “düşünsel yetmezliğe” denk gelir ve adeta organ yetmezliği gibi, düşünce sağlığını tehdit eder. Bir toplumun eğitim, kültür düzeyini onun, kavramsal düzeyi ile ölçmek mümkündür. Kavramlar toplumsal düşünüş biçimlerinin aynı zamanda göstergeleridir.

Toplumsal gerilim, kin, nefret, düşmanlık, toplumsal ve kültürel holiganizm, gergin trafik kültürü, hayatın her alanında dildeki kabalık ve türbün agresifizmi ciddi bir “kavram öldürücü” dür. Kavramlar kendilerini güvende hmezlerse dile gelmezler; önemlisi “dinlenmediklerini!”, “okunmadıklarını!” fark ettiklerinde kendilerine çekilirler ve bir köşede suspus olurlar. Bu durum, toplumun ruh sağlığını önemli ölçüde sıkıntıya sokar, düşünce iklimini çoraklaştırır. “Düşünce” üretilemez hale gelir. Belki de Yunus’un şiirlerini, Mevlana’nın sözlerini yeniden okumalıyız.

“Normalleşme” denen şey, kavramlara kendilerini görünür kılacak güvenli ortamı sunabilmektir. İnsanın düşünce üretmesi, fıtratında vardır ve insanı mutlu eden en önemli olgulardan bir de insanın kendi düşüncelerini, kavramlarını rahatlıkla dile getirebilme durumudur. “Aşırı agresiflik” tam da bu tıkanıklığın bir sonucudur. Öyle anlaşılıyor ki insanların mutsuzluk nedenleri içinde, “kendini ifade etme” üzerine ciddi bir çalışma yürütülmemiştir. Mutsuz bir sosyoloji suç üretmeye daha yatkındır ve yanlışları, hataları kabarır. Alabildiğine insanların hem kendi sınırlarını bilmeleri, hem de başkalarının haklarına saygı duymaları onları daha nitelikli ve olgun kılar. Eğitimin yanı sıra toplumsal kültür ve daha birçok faktör bunda rol oynar.

Kavramlar, bizlerin düşünebilme gücüdür. Düşünen toplumlar karşılaştıkları sorunları aklıselim bir biçimde daha rahat çözme mekanizmaları geliştirirler; kendi sorunlarını daha kolay anlaşılır hale getirirler ve sorunları gelişmek için adeta birer “fırsata” dönüştürürler.

Yalnızlığın kendi içinde bir derinlik kazandırdığı doğrudur; ancak her yalnızlık nitelikli bir zaman dilimi değildir ve üreteceği patolojik riskler daha yüksek olabilir. Müthiş bir yalnızlık iklimindeyiz; belki bunu “Kasım” ayının sonbahar rüzgârlarına, doğanın diline indirgeyebiliriz! Bu yaklaşım kısmen romantik olur sanırım!

“Hayat bilgisi”, bilgedir yine de. Öğreticidir ve bizlere toplumun tarihsel doğrularını, mecburiyetlerini fısıldar.

Kavramlar suskunsa, insanlar mutsuz demektir. Kavramlar suskunsa şiir sürgün demektir, kavramlar suskunsa müzikten yeterince tat almıyoruz demektir.

Unutmayalım, kendimizi de daha iyi anlamanın, kavramanın yolu yine kavramlardan geçer; kavramların dünyası ve ruh sağlığı; bizim de ruh sağlığımızı oluşturur. Haydi herkes kendine bir şiir veya şarkı ısmarlasın…

[1] TDK