Birine bir kitap sattığın zaman, ona yalnız yarım kilo kâğıt,

mürekkep ve tutkal satmış olmazsın;

Ona tamamıyla yeni bir yaşam satmış olursun.

Sevgi, dostluk, mizah ve geceleyin denizde dolaşan gemiler…

Eğer o kitap gerçekten benim anladığım anlamda bir kitapsa,

onun içinde bütün gökler ve yer vardır.

Christopher Morley

Kitapların içinde hayat vardır; bulutların gözleri, göklerin düşü,

Sayfaları, hikâyelerimize dairdir.

Belleklerimizin ve yüreklerimizin imzasını taşırlar.

Harflerin, kelimelerin şehridir onlar.

Güzelleşir yüzümüz yüzlerinde.

Tıpkı konuşabilmek ve düşünebilmek gibi, okuyabilmek de insana ait bir özelliktir ve onu öteki canlılardan ayırır.

Kitaplar dünyası; özgürlük alanını ve sınırlarını bizzat kendimizin belirlediği bir dünyadır.

Okumak, bizleri yeni yolculuklara çıkarır ve yol arkadaşlarımızı kendimizin seçebileceği fırsatı tanır bizlere…

İnsan, insanlaşma merdivenin basamaklarını okuyarak daha hızlı çıkar ve daha “çok” yaşar.

Her kitap gökyüzüne yaslanmış bir merdivendir.

Bilginin “Babil Kulesi” kitaplardır.

Giriş;

Bilgi ve bilişim çağında, okuma üzerine tartışmaya devam etmek son derece gerekli bir konudur. “Neden az okuyoruz?” sorusu ise bu çağın gerisinde kalması gereken bir sorudur. Ancak halen bu tartışmaları bize yaptıran ve bu soruları bize sorduran maalesef içinde bulunduğumuz durum. Bilişime bir “bağımlılık” olarak sarılan bizlerin, bilinçli bilişim kullanıcıları haline gelmemiz de önemli bir mesele. “Dijital toplum” kavramının ete kemiğe büründüğü bu çağda, bilişim ile bilgi arasında bir tercih yapmaktan çok, bilişim ile bilgiyi, okumayı uzlaştıracak, dengeleyecek bir tutum geliştirmemize ihtiyaç var.

  1. Tespitler, Veriler, Tartışmalar

    Kadim bir kültürün/ kültürlerin inşa edildiği, damgasını vurduğu bu coğrafyada, bilgiye, okumaya olan ilgisizliğimiz elbette dikkat çekici ve kafa karıştırıcıdır. “Söz toplumu” ve “söz geleneği”nin etkisini bilerek, okumaya olan ihtiyacımızı bir kez daha yenilemek gerektiğini inanıyorum. Bunu bir tavsiyenin ötesine taşımak için eğitim, kültür ve toplumsal alanlarda duyarlılık geliştirmeli, makro projeler ve yatırımlara girişilmelidir.

    Okuma konusunda birbirimize sürekli öneride bulunan, nasihat çeken bir sosyolojiye sahip olsak da “okuma tembelliği” veya “okuma isteksizliği” gelişkin olan toplumların başında geliyoruz. Bu yaman çelişkinin en önemli nedeni, sanırım toplumsal parçalanmışlık ya da zihinsel aldatılmışlık… “Okumalıyız!” diyenlerin bizzat okumadığı bir toplumda, en hafif deyimle, inanmadığımız ve yapmadığımız bir “etkinliği” başkasına önerme demagojisidir.

    Bir de bir ezber haline gelen bazı ifadeler, aslında düşünmeden konuştuğumuza dair önemli ipuçları vermektedir: “Boş zamanlarımızda okumak!!!”, “okuma alışkanlığı!” gibi … Birincisi; öncelikle okumak, bir boş zaman etkinliği değildir, olmamalıdır da. İkincisi, okuma alışkanlığı kavramı, okuma eylemselliğini yüzeysel, sığ ve basite indirgemenin bir biçimi olsa gerek. Çünkü alışkanlık kavramı, bir bilinci değil, ezberi ve otomat bir davranışı fısıldamaktadır bizlere.Oysa okuma etkinliği bir bilinç ve kültür gerektirmektedir.

    Tarihsel süreç içinde, Doğu toplumlarının tamamına “Sözlü kültür” egemen olmaya başlamıştır. “Söz” toplumsal kültürün merkezine oturmuştur;sözlü anlatım, müzik, belki de bunun bir sonucudur. Bütün bu sarmalın içinde, “okuma” yerine; “konuşma-dinleme” öncelendiğini görmekteyiz. Son yüzyılda “söz”ün de düşüşte olduğu, görselliğin, imajın çağı bir karabasan gibi bastığı düşünülmektedir. Özetle, hakikat, halen araştırılmaya değer bir olgu olarak varlığını korumakta mıdır, bunu kestiremiyorum.

    “Yazının tarihi” bu coğrafyaya aittir ve çizim imgelerinin gelişmesiyle birlikte ilk metinler M.Ö. 3 bin yıllarında Sümerler tarafından yazılmıştır. “Çivi Yazısı”, yazı kavramının insan belleğine kazındığı yer “Doğu” dur, Mezopotamya havzasıdır.[1]

    Kitaplar ve okuma eylemi, bizlere “hakikati” işaret etmektedir. Çünkü “hakikat” kavramı bilgiden fazlasıdır ve gerçekliği de aşar. Söz gerçekliğe atıfta bulunabilir; bir eylemi buyurmak, olgusal bir durumu tanımlamak için kullanılabilir. Söz; gerçeklik hakkındaki malumatı naklederek gerçekliğe katılır.[2]

    Sözün kalıcı hale gelmesi ve giderek gelişmesi, yazıyla mümkün olabilmiştir. O nedenle yazı, adeta sözün bir arşividir, hafızasıdır. Üstelik dağınık düşünceleri derli toplu bir biçimde bir arada görebileceğimiz yer, kitaplardır. Kaldı ki kitaplar aynı zamanda söz ile sanatın birleştikleri alanlardır ve sanatsal etki de kitapların önemli işlevlerinden biridir.

    Bu girizgâhtan sonra, okumaya, kitapların toplum içindeki karşılıklarına ve “yazma üretimi”nin ne boyutlarda olduğuna bakalım.

    Türkiye’de, kitap okuma durumu yayıncılara, yazarlara göre ne durumda?

    B. Soruların Yol Göstericiliği

    Doğru sorular, doğru cevaplardan daha değerlidir; çünkü doğru cevaplar varlıklarını doğru sorulara borçludur. Okur/yazarlık kavramını eğitimde beraber telaffuz ederiz. “Okur” olmak, kapsayıcı bir ifade olup, okuma eyleminin içinde olmayı gerektirir. Bunları da kapsayacak sorularla konuyu açmakta yarar var:

    Türkiye’de kitaba ne kadar zaman ve para harcanıyor?

    Gerçekten okur-yazar bir toplum muyuz?

    “Düzenli okuyucu” oranı nüfusun ne kadarlık bir bölümünü oluşturuyor?

    En çok hangi tür kitapları okuyoruz?

    Okuduğumuz kitap türleri, ilgi ve bakış açılarımı hakkında ipuçları veriyor mu?

    Dünya ülkeleri içinde, okuma oranımız ne durumda?

    Okuma oranlarını ve okuma bilincini artırmak için ne gibi yollara başvurabiliriz?

    Şimdi bu soruların cevaplarına bakalım:

    Vitrine aktaracağım verilere konunun ilerleyen bölümlerinde daha geniş yer vereceğim. Belki de karamsar bir girişten sonra, okuma kimliğimizle yüzleşme olanağımız olacak.

    Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) geçen yıl yayınladığı verilere göre,

    • Türkiye'de kitap okumaya kişi başına ayırılan süre günde yalnızca bir dakika. Buna karşın, televizyon izlemeye 6 saat, internete 3 saat harcanıyor.
    • İstanbul’da gelenekselleşen 36’ncısı açılan Uluslararası Kitap Fuarı’nın 9 gün içinde her yıl ortalama en az yarım milyon kişinin ziyaret etmesi bekleniyor. Yayıncılara göre, İstanbul’daki fuar dünyanın en çok ziyaretçi çeken kitap fuarı.
    • Türkiye'de düzenli kitap okuyanların oranı neredeyse binde bir. Bu oran, en fazla kitap okuyan ülkelerin başında gelen İngiltere ve Fransa’da yüzde 21, Japonya'da yüzde 14, ABD'de yüzde 12 civarında.

    Kitap fuarları kitaba ve okumaya elbette önemli aktivite ortamları sağlamaktadır; yazarları okurlarla buluşturmaktadır. Ancak kitap fuarlarını gezmek, çoğu zaman okuma ilgisinden veya kitap düşkünlüğünden değil, daha çok gezme merakından. Ellerinde fuara ilişkin broşür, bilgi kitapçıklarıyla gelenlerin sayısı neredeyse tüm ziyaretçilerin üçte biri kadar. Hoş, burada zaman geçirmenin de değerli olduğunun altını çizmeliyim.Devam Edecek.

    [1] İlk çağların ilkel yazılarına “resim-yazı” denmektedir. Resim-yazının görülüp geliştiği ilk uluslar Mısırlılar, Sümerler, Asur ve Kaideliler, Çinliler ve bir iddiaya göre de Amerika’daki ilk Kızılderililerdir. Çin, Mısır ve Mezopotamya’daki resim-yazıların tarihi, Milâttan 3000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Resim-yazı motifinin en tipik örneği Mısır Hiyeroglifi’dir. Hiyeroglifin lügat anlamı, “kazmak suretiyle meydana getirilmiş kutsal yazı”dır. Eski Mısırlılar’da bu yazı, çeşitli yazıtları (kitabeler) ölümsüzleştirmek için başvurulan bir yoldan ibaretti. Hiyerogliflerin, bir çeşit kalem ve boyalarla papiruslara çizilmesi, resimden daha çok şekle kaçan “Hiyeratik” yazısını doğurmuş; bunundaha basitleştirilip pratikleştirilmesinden de “Demotik” yazı meydana çıkmıştır. Resim ve resim-yazının evrimleşmesi Sümerlerde de “çivi yazısı”na doğru yönelmiştir.

    [2]Sözün Düşüşü JacquesEllul Paradigma Yayınları, 1998 İstanbul