"Seçim ayı geçim ayı" diyor başkan.
Ne yazık ki şimdilik öyle olmuş.
Her seçim toplumların demokratikleşmesi için önemli birer sınavdır.
Gelişmiş ekonomik,siyasal ve sosyal yapıları belli bir denge ve kurallarla yönetilen toplumlarda seçimler insanları çok etkilemez.Siyasi tercihte bulunan her birey yerleşik siyasal ve ekonomik kuralları bildiği için yönetici kişi ve kişilerin nereden,nasıl geldiğine bakmaz.Yada bunların etnik,dini yada sınıfsal kimlikleri ile ilgilenmez.
Aday olacak kişilerin cebine değil,fikir ve düşüncelerine bakar.Bu kişi fikir ve düşünceleri ile topluma gerçekten neler verebilir kıstası aranır.
Bir hedefi vardır seçmenin,yapılan seçimler demokratik mi, değil mi? Seçimlerde kişilere fırsat eşitliği var mı, yok mu?
Buna emin olduktan sonra hiç kimsenin baskı ve yönlendirmesi olmadan gider kendi geleceği için siyasi tercihini yaparak oy kullanır.Taki bir sonraki seçime kadar.
Normal,olması gereken bu.
Birde gelişmemiş ya da gelişmekte olan bizim gibi ülkelerin toplumların demokratlığına bakalım.
Buralarda her seçim toplumda demokratik dönüşümlere yol açmaz.Aksine toplumu durağanlaştırır.Yani geçicide olsa geriletir.Toplumun eğitimsiz oluşu,uhrevi yaşam tarzının etkisi gibi koşullar bunda önemli bir ölçüdür.
Toplumu yerelde ya da genelde yönetecek olan adayın,adayların fikir,düşünce,tecrübesine de bakılmaz.
Neye bakılır parası var mı,yok mu?
Aslında sözde hep liyakat ve tecrübe denir ama onların tecrübe dediklerindeki kıstas parasının olup olmadığıdır.
Hani partiler ve parti yöneticilerinin paraya ihtiyaçları var ya ondan.
Parti yöneticisi boşuna demiyor seçim ayı geçim ayıdır diye.
Aslında bu söz Türkiye demokrasisini partilerin demokratik yapısını,onların gerçekten demokratik olup olmadığını tek cümlede özetleyen güzel bir sözdür.
Her parti aslında toplumu gerçekten demokratik anlamda eşit ve eşitlikçilik temelinde yönetecek adaylar aramıyor.Gerçekten böyle bir düşünceleri olsa böylesi adayları kendi parti kadroları içinde eğitip yetiştirerek seçimlere hazırlar ve adaylar verilecek olan bu parti içi eğitim çalışmalarında kendiliğinde öne çıkarlar. Seçim zamanı geldiğinde de partiler ve yöneticileri aday bulunur mu bulunmaz mı endişelerinden kurtulurlar.
Bu uzun vadeli,derin ve sabırlı bir siyasi çalışma gerektirir.Yani emek.Yani siyasi üretim
Bu işin zor tarafı.Toplum,her şeyde üretmeden yaşamaya alıştırıldığı için insanlar,partiler ve parti yöneticileri burada da işin kolayı ne onu yapıyorlar.
Adam "yahu" diyor. "Sen bırak fikir,düşünce,eğitim işini parası var mı yok mu bize bu lazım. Önümüzde seçim var köylere mahallelere gidilecek,icabında insanlara çay kahve ikram edilecek partinin giderleri var falan. Merhaba bunun için para lazım. Fikir düşünce teori meori falan boş bunlar"
Aday ve adaylarda aranan kriter bu.
Hal böyle olunca aday ve adaylarda seçimi,vatandaşın,halkın bir sorununu çözme aracı olarak değil,kendi sorununu, vatandaş ya da halkın sorunuymuş gibi göstererek ona ulaşmaya çalışmak için kendince bir bütçe(para)oluşturuyor ondan sonra kendince bir parti arıyor ya da partiler bu adamları arayıp buluyor.Mümkün olduğunca seçilebileceği bir parti olunca da harcamadan kaçınmıyor.
Çalışma bu.Bilinçaltı hedefte "Başkan olursam nasıl olsa bunun fazlasını toplarım."Düşüncesidir.
Bu anlayış sadece belediye başkanlık seçimleri için değil,para ilişkilerinin döndüğü milletvekilliği,oda,dernek gibi yerlerde de temel bir anlayıştır.
Bu gibi bir seçim ortamında demokratikleşme olmaz.Seçim yapılan kurumun getirisine göre orada bir mafyalaşma örgütlenmesi olur.Bu da toplumda demokratikleşme yaratmaz aksine gerilemeye neden olur ve yöneticilikte otoriterleşmeyi meşrulaştırır.
Şu anda Türkiye demokrasi bunun için iyi bir örnektir. Sağ parti ve kitle örgütlerini bırakın,demokratlığın dünya ölçeğinde temel savunucuları olan sol ve sosyal demokrat partiler bile aynı yöntemleri kullanarak sonuç almaya çalışıyorlar. Tabi sadece çalışıyorlar.!
Anlayış bu olunca demokratik particilik, demokratik adaylar, demokratik seçimler ve demokratik idarecilik ve anlayışta böyle olur.
Her parti yöneticisi sırtında geçinebileceği bir aday arıyor. Adayda doğal olarak dalda cevizi çift görmeden elindeki taşı atmak istemiyor.
Ne demişler. Bu başa, bu tarak.