Siyaset;
insan türünün toplumsallaşması ile birlikte oluşmaya başladı.İnsanın ilkellikten madernleşmeye kadar ki sürecini oda yaşıyarak bu güne geldi.İnsanın,dolayısı ile toplumun küçüklü, büyüklü her sorununun çözüm faaliyeti doğrudan veya dolaylı bir siyasi faaliyet şeklidir. Gelişme sürecinde bu faaliyetin iki şekli var.Bir bireysel olanı.İki toplumsal olanı.Gerek bireysel,gerek toplumsal sorunların çözüm yolu,yani siyaset,yaşanan süreç boyunca kimi zaman şidete dayalı savaşlar,kimi zamanda barış içinde bir arada yaşandı.Bireysel olan faaliyetler doğrudan bireyin hayat alanı ile ilgili olandır.Toplumsal olanı ise kısaca toplumların kendi aralarında örgütlenerek bir dayanışma ile sorunlarını çözümlemeye çalıştıkları dönemlerdeki örgütlenme faaliyetleridir.Geçmişten günümüze kadar gelişerek gelen ve günümüzde gelişmiş veya gelişmekte olan toplumlarda daha belirgin olan bu örgütlenme şekli, faaliyetlerini icra eden örgütlenmeler siyasi partilerdir.
Özellikle bizim gibi toplumlarda her ne kadar siyaset kurumu dejenere olmuş ise de bu faaliyet şekli aslında bir bilim dalıdır.Ama ne yazıkki bizim gibi ülkelerde siyasi partiler işin bu tarafını,yani bilimsel özünü hiç dikkate almadılar.
Günümüzde dahil; toplumları,özelliklede ekonomik sosyal ve kültürel olarak geri kalmış ve ya yeterince gelişmemiş ve bilhasada uhrevi(dini) yaşam tarzının etkili olduğu toplumların bireyleri bu siyasi dejenerasyonda birer basamak olarak kullanıldı.
Tıpkı hala şu anda da kullanıldığı gibi.
Bu bakış açısı ve nedenlerden dolayı da siyaset toplumda beklenen güvene bir türlü kavuşamadı.
Artı;bir türlü kendi içinde demokratikleşemedi.
Kendisi demokratikleşemeyince toplumda bir türlü demokratik bir toplum kimliğine kavuşamadı.
Aksine bu yapıdan meydana gelen ekabir,elitler tabakası toplumdaki bu zaafiyetten fazlası ile faydalandı.
Zira toplumların demokratikleşmesi kendi içinde,kendi sorunlarını çözmeye talip olan siyasi örgüt ve partilerin demokratikleşmesine bağlıdır.
Asya ülke ve toplumlarının neredeyse tamamı bu siyasi ve sosyolojik yapıya sahip.
Türkiye diğer Asya toplumlarına göre bir adım önde görünüyor ise de bir,çok özelliği bakımında bu toplum ve yönetim sistemleri ile aynı özelliklere sahip.
Bu özelliklerinden dolayı siyasi partiler kuruluş aşamasında hep yukarıdan aşağıya dikey örgütlenmeyi tercih ederler.
Politikalar yukarıdan belirlenir ve topluma uyulması istenir.
Halbuki demokratik partilerin en büyük özelliği tabandan yukarıya doğru örgütlenmeleridir.
CHP bu konuda diğer partilerden farklı bir özelliğe sahip.
CHP sinin bir kurum şekline dönüşerek varlığını bu güne kadar devam ettirmesinin altında yatan en büyük (ilk kuruluş dönemlerinde) temel neden ulusal kurtuluş mücadele döneminde tabandan yukarıya doğru örgütlenmesidir.
Ancak o da zamanla bu özelliğini terk ederek yukarıdan aşağıya örgütlenmeyi tercih etme yolunu seçti.Seçiyor.
Teorik olarak her ne kadar öyle değil deniyor isede pratikteki uygulamalar bu.
Bu özelliğinden dolayıdırki bir türlü sol, sosyal demokrat kimliğini toplumsal tabana benimsetemedi. Bu da kendisini hep muhalefete hapsetti.
Hep muhafazakar sağ siyasal parti ve siyasetin politik söylemlerine teslim oldu.
İşin tuhaf tarafı bu politik açılımı her dönemde bir başarı olarak proğramına alıp hep savunuyor olması.
Bu özelliklerinden dolayı şu anda,hem 17 yıldır iktidarda olan AKP bu kadar olumsuzluklarla dolu olan toplumsal yönetim şeklini büyük bir başarı olarak savunuyor.
Ve onun içindirki Cumhuriyetle eşdeğer olan bir CHP neredeyse yetmiş yıldır hala bir iktidar olmayışını bir başarı olarak topluma,kendi tabanına bir başarı olarak sunabiliyor.
Yani hem iktidar,hem muhalefet siyasetlerinde başarılı.
Yani.
Biri uyguladığı ekonomik,sosyal ve siyasal politikalarla ülkeyi,toplumu uçurumun eşiğine taşımış.Toplum her yönü ile bir çöküş sürecinde buna başarı diyor.
Diğeri yıllardır bu yanlışları görüp eleştirmesine rağmen bir türlü iktidar olamamış buna başarı diyebiliyor.
Herkes kendi açısında başarılı.
Herkesin başarılı olduğu bir toplumsal siyaset ancak bizim ülkede yaşanıyor.
Bu özelik en geri kalmış ülke ve toplumlarda bile yoktur.
Bu da siyasi literatüre girmesi gereken bence yeni ve yaşanmış bir özelliğimiz.