Eski Malatya Meydanbaşı Mahallesi’ndeki Sütlü Minare’den elli metre kadar aşağıda, Derme Kanalı’nın yanında, Poyraz Konağı’nın karşısında adı Süt Pınarı olan bir çeşme yüz yıllardır insanları, canlıları suya doyurmaktadır. Yeni bebeği olan annelerin sütü azalır ya da kesilirse de bu pınardan su içince sütünün tekrar geleceğine inanılır.
Rivayete göre, uzun yıllar önce Eski Malatya’da bir gelin nur topu gibi bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiştir. Sevimli yavru, avlusunda havuzu, bir de dut ağacı olan iki katlı evin neşesi, ilgi odağı olmuştur hemen. Genç gelin ilk yavrusunun üzerine titremektedir ama kaynanası da kendi oğluymuş gibi gözünü torununun üzerinden ayırmamaktadır. Bir gün, kaynana bebeğin feryat figan ağladığını duyunca telaşla gelininin yanına gelir, “Çağanın neyi var kızım,” diye sorar. Gelin, “Ana benim sütüm çekildi. Bebek aç onun için ağlıyor,” der. “Neden söylemiyorsun kızım,” diye sitem eder kaynanası. Hemen mutfağa geçer. Anne sütünü çoğaltacak yiyecekler, içecekler hazırlar; geline yedirir. Aradan bir iki gün geçer, annenin sütü biraz gelir. Ancak aradan çok geçmez, sütü tekrar azalır. Kaynana geline, “Kızım kalk mahallede komşuları gez. Olmadı öteki mahalleyi dolaş, yeni bebeği olan varsa sütanne olarak konuşup anlaşalım. Her gün gelsin bebeği emzirsin,” der. Ertesi gün sabah erkenden kalkan gelin tüm mahalledeki komşuları kapı kapı dolaşır. Nafile, kimseyi bulamaz. Yakın mahalledeki evlere de yeni bebek doğuran bir gelin var mı, diye sorar; olumlu cevap alamaz. Akşama doğru yorgun argın eve dönerken gözü Poyraz Konağı’nın karşısındaki Ak Çeşme’ye takılır. Yazın sıcağında dolaş ha dolaş, kan ter içinde kalmış, üzüntüsünden bir damla su içmeyi, bir lokma ekmek yemeyi akıl edememiştir. Süt bekleyen yavrusunun ağlaması kulaklarında yankılanmaktadır ama açlık neyse de susuzluğa dayanacak hâli kalmamıştır. Ak Çeşme’nin yanındaki yassı kayanın üzerine oturur. Çeşmenin oluğundan berrak bembeyaz bir su çeşmenin ön tarafındaki küçük havuza akmaktadır. Oluktan akan su havuzda biriken suya değdikçe süt beyaz baloncuklar oluşmaktadır. Elini yüzünü soğuk suyla yıkayıp biraz kendine gelir. İki elini birleştirip avucunu çukurlaştırır. Avucuyla aldığı suyu kana kana yudumlar ama bir türlü susuzluğu geçmez. Dayanamayıp ağzını oluğa dayayıp doyasıya içer. Sonra geri çekilip üstünden kalktığı taşa yeniden oturur. Ne yapacağını, bebeğinin karnını nasıl doyuracağını bilemez hâlde havuza akan süt beyaz suyu seyrederken, “Allah’ım, güzel Allah’ım, âlemleri var edensin, sen şu yavrumun rızkını veresin,” diye gözleri yaşlı dua eder. Geç olmuştur, birazdan hava kararacaktır, kalkıp evine doğru yürümeye başlar.
Avluya açılan kanatlı kapıdan içeri girince kaynanasının kucağında kundakta ağlayan bebeğini görür, yüreği iyice parçalanır. Kaynana, “Nerede kaldın kızım?” diye sorar. Gelin, “Akşama kadar dolandım. Ayaklarıma karasular indi. Kimseyi bulamadım, çok açım, inşallah şu yavruma verecek bir damla sütüm ola,” diye cevap verir. Yavrusunu kucaklar, koklar. Ana kokusunu alan bebeği bir anda ağlamayı keser, gülümsemeye başlar. Sonra bebek derin bir uykuya dalar. Birkaç lokma atıştıran gelinin aklı hâlâ yavrusundadır. Bebeğin yanına gider, hiç dışarı çıkmaz; belki bir, belki iki saat gözleri yaşlı yavrusunu izler. An gelir, bebek işte, uyanır, ağlamaya başlar; açlığa çare yoktur. Gelin çaresizce, belki bir umut diye, memesini açıp yavrunun ağzına verip teselli etmeye gayret eder. Bebek iştahla emmeye başlarken gelin aniden o kurumuş göğsünden süt akmaya başladığını fark eder. Bebek emer, emer, emer; hem de yorulana, minik karnı sütle dolana kadar. Sonra sevinç dolu bir yüz ifadesiyle gözlerini kapatıp mışıl mışıl uyumaya başlar. Bebeği beşiğine koyan gelin sevinçle kaynanasına koşup durumu anlatır. O da, “Akşama kadar ne yedin, ne içtin kızım?” diye sorar. “Hiçbir şey ana. Çok susamıştım, sadece ak çeşmeden bolca su içtim,” diye karşılık verir. Kocası, kayınbabası, görümceleri, kayınları akşam bakır sininin ortasına konmuş tavadan bulgur pilavı kaşıklarken hayretler içinde bu durumu konuşurlar. Hiçbir anlam veremez, var bunda bir hikmet, demekle yetinirler. Kaynana gelinine, “Sen yine sabah erkenden çeşmeye git! Hem su iç hem de sitille eve getir,” der. Gelin artık sadece bu çeşmeden su içer. Çekilen sütü tekrar gelir. Bebek annesinin sütünü içtikçe yüzüne kan gelir, tombul, sevimli bir çocuk olur.
Aylar ayları, yıllar yılları kovalar, o çocuk kocaman olur ama Eski Malatyalılar Ak Çeşme’nin bereketini akıllarına yazmışlardır. Sütü az gelen gelinler göğüslerine süt dolsun, yavrularına can olsun diye çeşmenin suyuna koşarlar. Artık çeşmenin adı da Ak Çeşme değil, Süt Pınarı olmuştur. Sonraları insanlar, annelerin sütünü çoğaltan Süt Pınarı hayvanlarımızın da sütünü çoğaltır diyerek ineklerini, keçilerini, koyunlarını da su içirmeye buraya getirir olmuşlar.