100 yıl önce Türk rönesansının öncüleri arasında adı geçen Tevfik Fikret, günümüzde aynı yerini ve misyonunu koruyamıyor. İrfanını ve kalbini İngilizlere teslim eden şair, yeni kuşaklar tarafından da dilinin ağırlığı dolayısıyla okunup anlaşılamıyor. Duygu düşünce ve hayallerini, sanatlı ifadelerle anlatarak edebiyat yaptığından günümüz okuyucusu tarafından ilgi görmüyor. Fikret’in düşleri arasında Meşrutiyet vardı. Dönemin diğer aydınları gibi II. Abdülhamit devrilirse ülkemizin güllük gülistanlık olacağını sanıyordu. Cumhuriyet yönetimine geçilmesi hayalini belki kurmuştur. Ömrü vefa etmedi 1915’te 48 yaşında yaşamını kaybetti.
Yukarıdaki başlık, Ziya Gökalp’in kaleme aldığı Muallim mecmuasında (C.2,S.14, 1 Eylül 1917) yayımlanmış gözden kaçan bir makalesinin başlığıdır. (Ziya Gökalp, Makaleler V, Hazırlayan: Rıza Kardaş, KB Yay. Ankara 1981, s. 173-77)
Bu yazıda Gökalp, Fikret’in kültür ve edebiyatımızdaki, düşünce dünyamızdaki yerini ve misyonunu sorguluyor. Biz de 100 yıl sonra yaşanmış olaylara günümüz penceresinden bakarak geçmişi sorgulayalım.
Çağlar boyunca cemiyetlerin bazıları Ümmet dinine ve Ümmet medeniyetine girmiştir. Ümmet dönemi yaşayan topluluklar, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Budist kavimlerdir. Cermenler, aşiret döneminden kavim dönemine geçtikten sonra Hıristiyan Ümmetinin dinine ve medeniyetine girmiştir. Buna Ortaçağ denir. İtalyanlardan sonra dördüncü bir devir olarak batıdaki rönesansa dahil olan Cermenler, İncil’in Almanca’ya çevrilip yorumlanmaya başladıktan sonraki yıllarda da Martin Luther’le birlikte. Ümmet çağını sürdürmüştür. Günümüzde demokrasiyle yönetiliyor.
Laik medeniyet Eski Yunan ve Latinlerde vardı. İtalyanlar ve diğer Avrupalılar, önce buradan etkilendiler. Daha sonra barbar olarak nitelendirdikleri toplumlardan aldıklarını birleştirerek rönesans ve reformlarını gerçekleştirdiler. İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerden sonra Rusya (1917) ve Türkiye (1923) de Cumhuriyet yönetimine geçti. Birinci Dünya Savaşı birçok krallığın devrilmesi ve yeni ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Yani, cemiyetler, dördüncü aşamaya geçtiler. Avrupa’ya hakim olan hümanizm akımı da böylece başladı. Bunun sonucunda kozmopolitlik ve beynelmilliyetçilik/ beynelmilelcilik doğdu.
Uluslaşma ve ulus devletler düşüncesi, Reformlarla birlikte romantizm akımını doğurdu. XIX. Yüzyılda dünyanın her ülkesine dağılmış etkili bir bir akıma dönüştü. Böylece ümmet yapısından kurtulup millet hayatına ve Cumhuriyet bayrağına ulaştık. Türklerin rönasans yapıp yapmadıkları konusu tartışmalıdır. İslamiyetten önce aşiret ve kavim dönemini yaşayan Türkler, İslamiyetten sonra Ümmet dinine ve medeniyetine geçtiler. Tanzimata kadar süren Ümmet edebiyatında laik karakterli metinler de ilhamını Kutsal kitaplardan alan metinler de yan yana yaşamıştır. Avrupa kültür ve medeniyetine yöneliş Tanzimatla başlamış Meşrutiyet ve Cumhuriyetle taçlanmıştır.
Gökalp’a göre bizim rönesansımız Lale Devrinden başlar. Matbaanın ülkemize girmesi ve yaygınlaşması önemli bir dönüm noktasıdır. Çağdaşlaşma düşüncesi, Tanzimatta ete kemiğe bürünmüş ve Türk Teceddüt (Yenilik) Edebiyatı diye görünmüştür (İsmail Habip Sevük, 1340/1924).