Hayatta hiçbir şey tamamlanamaz, mutlaka bir şeyler eksik kalır. “Tamam” denen şeyler, başka eksiklikleri çağırır, tıpkı biten bir şarkının başka bir şarkı için “davet” niteliğinde olması gibi. İnsanın kendi gölgesine eklediği ve çıkardığı her şey işte hayat denen bu “beste”nin yerlere dökülmüş notalarından başka bir şey değildir aslında.

Kendini besteler öncelikle hayat, kendi şarkısını öğretir bizlere…

Bir şehrin loş caddeleri, caddelerinde asırlık çınar ağaçları, ağaçların durallarında sabah vakti kuş sesleri, insanların aceleci, kederli yorgun yüzleri… Her sabah böyle bir dekorda yürüyorum, ağaç dallarına şarkılar asıyorum, yüzüme unutkan hatıralar çiziyorum… Şairlerden mısralar ödünç alıyorum ve döküyorum dilimden onları tuallere; sonra gökyüzünü sokakları o mısraların rengine boyuyorum.

Yine de yarım kalıyor uyaklar, eksik bir şeyler var…

Hep aynı yolları yürümek eksikliktir, hep aynı şarkıyı söylemek aşındırır insanı. Oysa “değişmedim!” demenin “öznesi” yok! Gün her doğduğunda, hayat yeniden başlar, hayatın ritmindeki notaların yerleri değişir, rüzgârın kokusu, şehrin saçları, kuşların şarkıları yeniden başlar. İnsan, ruhundaki her mevsimde başka bir ömür yaşar…

Bir gülüşün düştüğü yerde, bir gül bitiverir…

Yanılmış ve yenilmiş şarkılar yalnızca gençlik rüzgârlarına dairdir. İnsan büyüdükçe yanılgıları azalır, “keşkeleri” artar. Tecrübe “büyük öğretmendir” çünkü. Hayatın tuşlarına dokundukça sizlere güzel besteler yapar, mevsimleri dağıtır saçlarınıza. Bilirsiniz, bir yüzün atlasındaki kıyıları, sakin zamanları, dalgaları. Anlarsınız; siz, yalnızca siz değilsiniz artık; toprağın, suyun, ateşin ve havanın hikâyeleriyle haşır neşirsiniz.

Eski zamanlar, hatırlarlar demektir; anlarsınız…

Hayat, karla karışık bir yağmur olur sonra, rüzgâr saçlarının tarar şehrin. Çıkmaz sokaklarda takılı kalır gölgeler, uzar içimizdeki caddeler. Bir gölgede oturmanın hasreti çalar kapınızı, bir sebilden kuşların su içtiğini düşlersiniz. Eski bir handa “reyhan şerbeti” içimi kadardır şehir. Dostluk; bir muhabbet olarak akar yaşlı çınar ağaçlarının dibinde. Taşların sırlarını çözmeye çalışır şairler.

Hatırlarım, bir sonbaharın son hikâyesini… Dinlerim hala… Gölgemi oralarda unutup, sözlerimi eksik, aksak asarım asmaların dalına… Yine de yarım kalır söyleyeceklerim…