Günümüzden 10 bin sene önce insanlar, Buzul Çağı’nın amansız zorluklarıyla mücadele ediyor, doğada dişlerinin kesebileceği, sindirebilecekleri ne varsa toplayıp yiyerek karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Ağaçtan yaptıkları sopalar, taştan baltaları ve aletleriyle avlanıp et ihtiyaçlarını gideriyorlardı. Avcılık-toplayıcılık döneminde hayatlarını bu şekilde sürdürüyorlardı. Zamanla dünyanın iklimi değişti. İlkbahar, yaz, sonbahar, kış diye bildiğimiz döngü yaşanmaya başlandı. Bugün, Güneydoğu Anadolu, Kuzey Suriye, Ürdün, Filistin, İsrail, İran dediğimiz ülkelerin bulunduğu yerlerde buğday tarımına geçildi. Avcılık-toplayıcılık tamamen terk edilmeden insanoğlu yiyeceğini üretmeye başladı. Önce doğadan tüketirdi, şimdi doğada üreten olmuştu. Birkaç bin yıl sürdü insanların tarımı benimsemesi. Tarım bu coğrafyadan dünyaya yayıldı. Buğdayın ardından arpa, mercimek, nohut, fasulye ve diğer tahıl ürünleri ekilip biçilmeye başladı. Koyun, keçi, domuz, inek, etinden, sütünden, derisinden yararlanılacak hayvanlar ehlileştirildi. Artan yükümüzü taşımak, uzak mesafelere yolculuk yapmak için at, eşek, deve, öküz gibi hayvanlar evcilleştirildi.

İnsanlar doğada, mağarada, oyuklarda, iklim müsaitse ağaçların altında, suların kenarında her türlü vahşi hayvanın tehdidi altında yaşıyorlardı. Ağaç ve taşla desteklenen ama ana inşaat malzemesi kerpiç olan güven verici, kapalı mekânlar yapıldı. Böylece yerleşik hayata geçildi. Böylece köyler, kasabalar, kentler kuruldu. İnsanların toplu yaşayışı yönetim, ardından devlet dediğimiz sistemi ihtiyaç hâline getirdi.

İşte Arslantepe, kadim Fırat’ın üst yakasında bereketli Malatya Ovası’na hâkim bir konumda, Orduzu dediğimiz şirin mi şirin köyümüzün tam ortasında, yedi bin sene önce kuruldu. Etrafı bereketli tarım topraklarıyla çevriliydi. Pınarları ve dereleriyle bol miktarda suya sahipti. 10 kilometre kadar ileride Fırat’ı görüyordu. Fırat’a bakması çok önemliydi, zira o çağlarda dost da düşman da Fırat’ı geçerek gelirdi. Fırat zaman zaman sellerle coşuyor, önüne kim gelirse gelsin alıp götürüyordu. Fırat’ın dostluğuna da düşmanlığına da güç yetmezdi. Arslantepe, Fırat’ın sel sularının erişemeyeceği bir konumda kurulmuştu.

Arslantepe kurulduktan epey sonra, günümüzden 5 bin 400 yıl önce, yeni bir düzene geçildi. Artan nüfus, gelişen tarımsal ekonomi, artan üretim, yeni bir düzene geçilmesini gerekli kıldı. Arslantepeliler bir tapınak kurarak o tapınağın etrafında ekonomik etkinlikleri kontrol etmeye, örgütlemeye giriştiler. Önce bizim bugün “C” tapınağı dediğimiz yer kuruldu. Birkaç yüzyıl sonra “B” tapınağı denilen yere geçildi. Burası aslında bugün hükümet sarayı diyebileceğimiz yapılar topluluğuydu. Malatya Kralı, kral sıfatıyla kendisini topluma dini ve idari işlerin başı olarak kabul ettirmeyi başardı. “B” tapınağı kurulduktan sonra yönetici seçkinler topluluğu oluşmaya başladı. Malatya Ovası’nda üretilen buğday başta olmak üzere tahıllar halk tarafından saraya getiriliyordu. Bunların önemli bir bölümü saraydaki görevliler tarafından vergi veya adak olarak alıkonuyordu. Sarayın çalışanları, yani memurları da vardı. Topladıkları ürünleri bu memurlar vasıtasıyla depolara koyuyor; çuvallara, hasır sepetlere, kilden yapılmış küplere doldurdukları ürünler hesapsız kitapsız açılmasın, dağıtılmasın diye kapların ağzını kil veya balmumu ile kapatıp üzerine mühür basıyorlardı.

Yapılan kazılarda altı bin küsur parça kırık hâlde mühür bulunmuştur. Çünkü kapların ağzı kırılarak açılmış, sonra işlem belli olsun diye kırık mühür parçaları depoların karşısındaki arşiv odasında tasnif edilmişti. Bu mühürler incelendiğinde 220 ayrı mührün kullanıldığı ortaya çıktı. Mühürlerin her birinin üzerindeki resim farklıydı. Bu resimler o işlemi yapan kişinin imzasıydı. Yazının olmadığı bir çağda mühür imza demekti. Ayrıca atılmayıp saklandıklarına göre, makbuz yerine de geçiyordu. Demek ki kaç çuval un, kaç küp arpa dağıtmışlar, kim dağıtmış bilmek istiyorlardı. 1975 yılında Arslantepe’de arsenikle sertleştirilmiş bakırdan imalat, kabzası gümüş süslemeli kılıçlar bulundu. 2000’lerde gelişen teknolojinin analizleriyle bunların 5 bin senelik kılıçlar olduğu anlaşıldı. Bunlar bugüne kadar bulunan dünyadaki en eski metal kılıçlardı. Beş bin sene kadar önce bir gün Arslantepe’de işler iyi gitmedi. Dışarıdan kavimler geldi. İçeridekiler sarayın yönetimini beğenmez oldular. Bunun sonucu bir isyan patladı ve Arslantepe sarayı yandı. Ama bir kere Malatya insanının aklına devlet-yönetim-bürokrasi fikri girmişti. Sistem değişip dönüşerek yenilenip uygulamaya devam edildi. Aradan birkaç bin sene geçti. Anadolu’yu Hititler yönetmeye başladı. M.Ö. 1200’lerde onlar da tarihe karıştı. Bu kez Malatya Ovası’nın beyleri Arslantepe’nin Fırat’a bakan yüzünde Melid Krallığı’nı kurdular. Melid bal demekti. Bal ülkesi yine bir devlete kavuşmuştu. Bu devlet de Asur Kralı II. Sargon M.Ö. 732’de gelip sonlandırana kadar 500 sene yaşadı. Daha sonra yöreye Urartular, Urartulardan sonra Doğu Romalılar hâkim olmuşlardır ve yerleşim Arslantepe’den Eski Malatya’ya kaymıştır. Romalılardan sonra ise Malatya’da İslam hâkimiyeti başlamıştır.