Bazen derin düşüncelerde kayboluyorum, hiç beklemediğim zamanda düşüveriyorsun aklıma. Hani olur ya bir şaire ansızın gelen ilham gibi… Kâğıdı kalemi alıp yazmaya başlar aniden, sende benim için öylesin. Şair değilim yokluğuna şiir yazamam ama yokluğuna iyi içerim. Sarhoş değilim, en azından şu anlık… Yokluğun ciğerlerimde öyle izler bıraktı ki, uzaktan görenler hemen teşhis ediyor bendeki sensizliği. Zar zor ayakta duruyorum, öyle bir hale geldim ki ayakta dahi duramıyorum. Aramızdaki mesafe o kadar fazla ki sana bu vaziyette nasıl geleceğim bilemiyorum. Gerçi gelsem de yerinde yoksun, boynum yine eğik kalacak.

İşte bu yüzden derin düşüncelerde kayboluyorum. Ansızın gözümün önüne gelen hayalin, yüreğimi zorluyor. Ki bazen, nefes almakta bile zorlanıyorum. Yokluğun, belki bir şairin şiir yazma sebebidir, belki bir ressamın sürrealist tablosuna konudur. Yokluğun, radyoda çalan bir Neşet Ertaş türküsünde hayat buluyor. Bu yüzden yokluğuna alışmak çok zor. Yokluğun devam ettiği sürece bedenim diri, ruhum ölü kalacak. Teşhis edilen hastalığıma, insanlar kendi fikirleri doğrultusunda tedavi önerecek. Oysa tek tedavim senin gelmen, o da artık imkansız. Çünkü melekler yer yüzüne inse bile insanlar onları göremez. Görmeyen gözler de tedavi olamayacak. Bu yüzden bedenim diri, ruhum ölü kalacak...