Gündüzbey Pınarbaşı gönüllere dolan, cana can katan, sinirleri yatıştıran, hazinesi bol, akışı çağlayanlı ak köpüklü Derme Suyu’nun başıdır. Çağlar boyu gece demez gündüz demez hiç yorulmadan akar durur. Etrafındaki dağlar, yamaçlarındaki bağlar, el ele vermiş burayı gezip görmeye, bilip öğrenmeye gelenlere doğadan güzellikler sunmak için aralarında anlaşmışlar. Bu kaynağın başına gelenler serinler, tefekkür ederler, inanışları derinlere gider.

Derme Suyu hakkında anlatılan rivayetlere göre, Hazreti İsa ve müritleri dinlerini yaymak için çıkmış yola. İnananlarıyla diyar diyar dolaşmış. Dağlar, tepeler, göller, şehirler aşmış. Gele gele buraya ulaşmış. Yol yorgunluğu, isteksizlik, hâlsizlik başlamış hepsinde. Susuzluktan dudakları çatlamış. Herkes bitap düşmüş. Hz. İsa ile gelen müritleri kendi aralarında hâlimizi anlatalım, derdimize bir çare bulsun demişler. Kurtarsın bizi bu sıkıntıdan, kazanalım eski güvenimizi, güçlü imanımızı. Yeniden gönlümüzde güller açsın. Sözcü seçmişler içlerinden ağzı laf yapan, özü sözü bir olanı. Selam verip çıkmış İsa’nın huzuruna:

“Ey Tanrı’nın elçisi muhtacız size, şefaat eyle bize. Yorgun değiliz, aç değiliz. Sana inandık birlikte buralara geldik. Sohbetlerinde, “Her ağaç kendi meyvesinden bilinir,” dedin; inandık. Senin elin herkese karşı ise herkesin eli de sana karşı olur dedin; kandık. Tanrı korkusu bilgilerin başlangıcı diye emrettin dinledik, sana mürit olduk. Ne zenginlik ne fakirlik isteyen biçimindeki fetvanı beğendik. Para, mal mülk sevgisi bütün kötülüklerin başıdır dedin; bu yoldaki ihtirasımızı yendik. Rüzgâr eken fırtına biçer, mademki iyi ad her şeyden değerli, mademki zengin olmak ihtirasının adı öyleyse bize sen yardım et. Çok susadık, gözyaşlarımız da dilimiz gibi kuru; merhamet et, lütufta bulun, kalbin dolsun yardım nuru. İçecek su bul, ölümden kurtar bizleri, haber ilet kurda kuşa, emir ver dağa taşa, ısmarla bulutlara birer damla olsun su getirsin, son bulsun artık bu hâlimiz, kalmadı mecalimiz.” Hazreti İsa bu sözcünün niyazları karşısında çok üzülmüş. Elindeki asayı saplayarak toprağa, atmış içten gelen bir nara… Sonunda Tanrı’ya şöyle yalvarmış:

“Ulu Tanrım çağrına uydum, sana bel bağladım. İsteğimi kabul et. Su çıkar, şu asamı sapladığım yerden. Yok mudur yüce Tanrının hazinesinde?” Rabbi acımış resulüne, fayda vermiş bu yakarış. Yer yerinden oynamış su fışkırmış dereler dolusu yerden. Müritler de kurt kuş da kana kana içmiş. Artan yol bulup akmış, çağlayan olmuş. Çağlamış köpürerek akmış, akmış Gündüzbey’e ulaşmış. O yürümüş, dağ yürümüş, ova yürümüş. Irmak koşmuş. Ağaç, yaprak, çiçek coşmuş. Arılar bala, ağaçlar meyveye durmuş. Kayaların içinden gümbür gümbür su gelince müritler bir araya gelip bir ayazma yapmışlar. İbadet için de bir yer gerek olduğunda yapılmış bir kilise yine bu suyun başına, yazılmış şu isim işlemeli kapı taşına: Der-i Mesih. Belki kolay söylensin, belki kökü şimdiki halkın diliyle benzeşsin diye seçilmiş bu isim. Şimdi olmuş adı Derme Suyu…

Bugün hâlâ Derme Suyu her engeli aşa aşa, yatağından taşa taşa Gündüzbey’e ulaşır. Kıvrım kıvrım akar yüzyıllardır olduğu gibi. Şimdilerde yeni bir kanal ile şehre iner. Derme Suyu bu uzun yolculuktan sonra kavuşur Fırat’a, hasreti biter.