Tevfik Fikret'i değerlendirirken kişiliğinde, şiirlerinde ve sanatında derin izler bırakan Oğlu Haluk'u ve mâcerasını iyi bilmemiz gerekir. Bu bizim İçin, bir sanatçının ümidinin ne ölçüde gerçekleştiği ve taşanlarının hangi sonuçlara ulaştığı hususunda bir ipucu olacaktır.

Haluk, Fikret’in şiirleriyle edebiyatımıza girip mal olmuş örnek ve ideal bir kişilik midir, yoksa Fikret'i zaman zaman küçük düşürmek için kullanılmış bir koz mu? Haluk'un akibetinden şairi ne ölçüde sorumlu tutabiliriz? Haluk, bugünün gençliği için hâlâ bir örnek midir? Fikret'in şiirlerindeki Haluk ile onun gerçek kişiliği arasında farklar ve benzerlikler nelerdir? Haluk'un kendisine yeni bir yol çizmesinin sebepleri nelerdir? Bu ve benzeri soruların cevaplanması günümüz için de faydalı olacaktır,
1867'de doğan Fikret, 1890 yılının Ağustosunda dayısı olan Trabzon valisi Mustafa Bey'in kızı Nazıma Hanım'la evlendi, 22 yaşındaki Fikret 14-15 yaşlarındaki eşiyle birlikte dayısının evine içgüveyi olarak yerleşti. Yakın akraba evliliğinin ürünü Haluk'un bedenî ve ruhi bünyesinde, bu durumun ne gibi etkiler bıraktığı tıbbı ve psikolojiyi ilgilendiren bir meseledir.
14 Haziran 1895/1310'da, Fikret'in Zelzele’de:
"Bin üç yüz ondu… Henüz dün bu köhne izbeye sen
Misafir olmuştun."
dediği çok sevdiği, biricik oğlu Haluk, doğdu. Fikret ayin şiirde: "Hayatın elbette/ Kolay ve neş’e-fezâ bir seyahat olmayacak" diyordu. Gerçekten de Haluk'un hayatı "kolay ve neş'e-fezâ bir seyahat” olmadı.
16 Eylül 1909'da Sirkeci'den trene bindirip Avrupa’ya yolladığı Haluk'un ardından içli bir babanın evlat sevgi ve şefkatiyle dolu Haluk'un Vedâı başlıklı ünlü manzumesini yazdı. Bu tarihte 14 yaşındaki Haluk, daha önce Robert Kolejin "ihzârî” (hazırlık) sınıflarında birkaç yıl okuduktan sonra babasının dostları aracılığıyla İskoçya Royal Technical College (Kraliyet Teknik Okulu)'de mühendislik eğitimi yapmak İçin Glasgow'a gidiyordu.
Fikret, 1911'de üç bölümde 20 şiir ihtiva eden Haluk'un Defteri’ni kendi el yazısıyla, baş tarafına Haluk'un Glasgow'dan gönderdiği resmini ve bazı sayfalara da kendi eliyle çizdiği çatlamış tohum sembolünü koyarak yayımlar.
Fikret'in Glasgow'da oturan dostlarından bir ailenin yanına yerleşen Haluk, bu aile mensuplarının telkinleriyle karar vererek Hristiyanlığı kabul ediyor. Bu karar İstanbul'daki aile fertlerini, annesini ve özellikle dedesini (annesinin babası) çok sinirlendiriyor. Fikret'in tepkisi daha ılımlı oluyor: Halukun kendi kararını kendisinin vermesini istiyor.
Glasgow'da üç yıl okuyan Hâluk, oradaki mühendislik şirketlerinde bir süre çalışıp yurda dönüyor. Robert Kolej'in elektrik ve kalorifer İşi İçin gerekli araçların temini, mühendislik okulunun kurulması sırasında Michigan Üniversite'sinden bu işler İçin Prof. John Allen getirilmiştir, Haluk, Allen'le tanışıp bir yıl sonra da O’nun aracılığıyla Michigan Üniversitesine devam etmeye başlıyor.
Haluk'a göre babası, ilk defa olarak Prof. Allen'in yönetiminde tatminkâr bir çalışma yaptığına ve belki de günün birinde "bir baltaya sap olabileceğini” öğrenince bazı memnuniyet belirtileri gösteriyor.
Hâluk, İstanbul'dan 1913 yılının Temmuzunda ayrılmış, Glasgow'da iki hafta kaldıktan sonra oradan Amerika'ya gidip, Michigan Üniversitesi'ne yazılmıştır, 1916'da 21 yaşındayken Makina Mühendisliği Bölümünden pekiyi dereceyle mezun olmuştur.
Yurda bir daha dönmeyen Haluk, "1920'de Robert Kolej'e Makina Mühendisliği Profesörü olarak gidecektim, Eşimle ben pasaportumuzu çıkartmıştık, birkaç hafta içinde vapurla yola çıkacaktık. Tam o sırada yurda dönmenin uygun olmayacağı haberi geldi. Bu tabiî dinî İnancımdaki değişme yüzündendi” diyor. 3 Haluk, Amerikalı bir kadınla evlenerek kendisini ülkesine bağlayacak bütün bağları koparıyor, Bu sırada babasının da ölmüş olduğunu hatırlatalım, Ohio Eyalet Üniversitesi'nde, Illinois ve Cincinetti Üniversitelerinde ihtisas yaparak bir süre de üniversite hocalığında bulunmuştur,
Daha sonra bir taraftan Hristiyanlığı incelemiş, diğer yandan da iş hayatına atılmıştır. 1928'de mutfak eşyası üreten bir firmanın önce bayiliğini, ardından da bölge temsilciliğini yaparak külliyetli bir servet sahibi olmuştur.
1925’te annesi, bir yıl kadar kalmak üzere Haluk'un yanına gidiyor. Annesi, 1934’te Hikmet Feridun Es'in sorularını cevaplandırırken Haluk'un ara sıra Türkçe konuştuğunu belirtmiş, Türkiye'ye dönmek istediğini, ama uygun bir İş bulamadığını da eklemiştir,4
1943'te ani bir kararla İş hayatına veda ederek kendisini tamamen Hristiyanlığa vermiştir. Aynı yıl Presbyterian Kilisesi'nde parlak bir sınavla Rahip yardımcısı olmuş; 1956’da ise Orlando'da bir kurul önünde imtihan edilerek Rahiplik rütbesine yükseltilmiştir. Florida'nın Orlando şehrindeki kilisede kürsü sahibi Olan Haluk'un vaazlarını büyük bir topluluk, o yıllarda ısrarla takip etmekteymiş. Rahipliğin doğuştan Amerikalı olmayan sadece beş kişiye verildiğini de hatırlatalım. 5
Amerikalı eşinden doğan iki çocuğuna da Türkçe öğretmemiş, ölümüne kadar kendisiyle görüşmek isteyen birçok Türk gazetecisinin isteğini reddetmiştir. 6 Haluk Fikret, 1965'in Haziranında Park Lake Presbyterian Kilisesi Rahipliği görevini yürütürken Florida Eyaletinin Orlando şehrinde ölmüştür. Öldüğünde 70 yaşlarında bulunuyordu. Eşi ve çocukları hakkında fazla bir bilgimiz yoktur.
Rübâb-ı Şikeste ve Haluk'un Defteri’ndeki gençlik ve Halukla ilgili şiirlerin başlıklarını sıralamayı da bu arada gerekli buluyoruz. Bunlar: Haluk İçin, Haluk'un Sesi, Yine Haluk, Haluk'un Bayramı, Haluk'a, Yaşadıkça, Yarın Sabah Olursa, Hasta Çocuk (Rübâb-ı Şikeste); Ferdâ, Haluk'un Vedâı, Zelzele, Promete, Haluk'un Amentüsü, Haluk'un Defteri, Devenin Başı, HaIuk'un Ezberi, Bir Tasvir Önünde ( Haluk'un Defteri).
Şairin Avrupa'nın ilmini, fennini, kültürünü, sanatını, ışığını kısacası her şeyini alıp yurda getirmesini istediği Haluk, âdeta onun bir ülküsüydü. Toplumun durumunu gördükçe kötümserleşen şair, Haluk'a baktıkça yaşama sevinci buluyor, Onda Türk gençliğinin geleceğini görüyordu. Şair, oğlundan bir şeyler getirmesini isterken o dönem için gerçekten ileri görüşlü sayılabilecek bir bakışla hareket ediyor, ancak oğlunun yurda getireceklerinde bir ayrım yapmıyordu, Bunlar kültür de olabilirdi, medeniyet de... Haluk gittiği ileri ülkelerde sadece bunları öğrenmekle kalmayacak, alıp ülkesine getirecek ve burada uygulayacaktı, Bütün bunları yaparken de asla adının ve şanının duyulmasını istemeyecekti.
Tevfik Fikret'in, Osmanlı Devletinin bütün kademeleriyle Batı modelini benimse mesini istediğini biliyoruz, Şaire göre bu, gençlerin eliyle yapılacaktır.