1960, 1970’ten sonra Fikret, sol çevreler tarafından Atatürk’ü etkileyen devrimci bir aydın olarak sunuldu.1936^da Va-Nu, Fikret’i aydınların evliyası saymıştır. Nazım Hikmet’e göre Fikret bir burjuva şairidir. Atilla Özkırımlı’ya göre Fikret, bir düşünce savaşçısıdır. Son dönemi dikkate alınarak yapılan bu çıkarım, onun Meşrutiyet ve Cumhuriyet üzerindeki etkilerinden kaynaklanmaktadır.
Kullandığı ağır ve sanatlı dil ve üsluptan dolayı sonraki kuşaklar tarafından okunup anlaşılamayan şairin dili, A. Kadir, Ahmet Muhip Dıranas… gibi birikimli şairler tarafından yenileştirilerek gençliğe sunuldu, yine beklenen ilgiyi göremedi. Gençlik eski şairleri pek okumuyor. Tavsiyelerine de uymuyor.
2000’li yıllarda Fikret, yine gündemdedir. Serol Teber’e göre muhalif şairin son vasfı kahinliktir. Teber’in 2002’de yayımlanmış kitabında Aşiyandaki Kahin, melankolik dünyasında ömrünü tamamlamış, tutunamayanlardan biri olarak değerlendirilir. Şairimiz, Ayvazoğlu’nun Fikret (2019) biyografisinde doğrularıyla yanlışlarıyla, meziyetleri ve zaaflarıyla bir insan olarak değerlendirilmiştir.
Savaşa girmeyelim diyen Akif’in de Fikret’in de tahminleri tutmuş, Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşından ağır kayıplarla çıkmıştır. Sorumlular da ortalıktan uzaklaşmıştır. Halbuki devleti yönetenler, bu savaştan güçlenerek çıkacağımıza inanıyordu. Ölüm kalım savaşlarının yapıldığı dönemde Fikret, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif gibi aydınlara önemli görevler düşüyordu. Fikret 1915’te, Gökalp ise, 1924’te dünyasını değiştirirken Akif, İstiklal Marşında:
Canı, cananı bütün varımı alsın da Hüda
Etmesin tek vatanımdan dünyada beni cüda (ayrı)
dediği halde Cumhuriyetin yeni yöneticileriyle anlaşamayarak 1924’te Mısır’ın yolunu tutuyordu. 12 yıl süren vatan hasretinin ardından Akif, İstanbul’a geldi ve aynı yılın sonunda aramızdan ayrıldı (1936) Sessiz yaşadım diyen İstiklal Marşı şairi de ömrünün sonunda hayal kırıklığına uğrayan aydınlarımızdandır:
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir?
Fikret gibi, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif de aradığını bulamayan ve çocukları çok yüksek kademelere gelemeyen birer aydın olarak misyonunu tamamladı. Cumhuriyetten sonra bir kenara çekilen Akif’e ülkesinden ayrılmasını tavsiye etmeyen dostları haklı çıkmış, bu hengamede yuvası ve ailesi dağılmıştı. İstiklal Marşı şairi, dağılan ümmete mürebbilik yapayım derken kendi çocuklarını ihmal etmişti. Rahmetli Cumhurbaşkanı Özal olmasaydı Akif’in bir kızı, barındığı ev yıkılınca Beyoğlu’nda sokakta kalacaktı. Yaşlılık döneminde bakıma muhtaçtı ve barınacak bir eve dahi sahip değildi.
Sonuç olarak bazı konularda ortak düşüncelere sahip olsalar da son yüzyılda edebiyat, kültür ve düşünce hayatımızı derinden etkilemiş bu üç aydınımız, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif, ömürlerini hayal kırıklıklarıyla tamamlamış ve aramızdan ayrılmışlardır. Bize düşen görev bu aydınlarımızı birbirine tokuşturup içinden birini seçmek değil her birinin toplumumuzu derinden etkilemiş görüşlerini ve bize hala yarayan düşüncelerini devşirip bundan bir sentez yapmaktır.
Türk rönesansı diye bir şeye inanıyorsak bunun devam ettiğini, ülkemizin gelecekte de bu insanlık yarışından kopmayacağını hatırlatmak isteriz. Küreselleşen dünyada insanlığın büyük bir kısmı nereye bakıyorsa biz de yüzümüzü oraya çevirmeli ve yarışa devam etmeliyiz. Yoksa dünyadan kopar ve kendi içimizde birbirimizle didişip duraklayarak yerimizde sayarız. İstiklal Marşının: Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal dizesi, Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın diyen aziz şairin dileğiyle birlikte 100 yıl sonra da bizlere yön vermeye devam ediyor.
Fakat Vatanım ruy-i zemin milletim nev’-i beşer diyen Şinasi’nin ve Toprak vatanım, nev’-i beşer milletim diyen Fikret’in dileği ise, hayal olarak kalmıştır.