Eski zamanların birinde, Malatya’nın Hekimhan ilçesi Çöreklik mevkiinde hayvancılıkla geçinen bir Türkmen obası yaylakta bulunmaktadır. Obada her ailenin büyükbaş ve küçükbaş hayvanlardan oluşan bir sürüsü vardır. Obadaki ailelerden birinde sarı saçlı, mavi gözlü güzeller güzeli bir çoban kız yaşar. O yörede benim diyen yiğide taş çıkarırcasına at binen cevval mi cevval bir genç kız… Öyle ki dillere destan bir küheylan üzerinde güder koyunları.
Sarıkız bir gün koyunlarını otlatırken serbest bıraktığı atı ansızın gördüğü bir yılandan ürkerek hızla uzaklara doğru koşup gözden kaybolur. Yakınındaki sürünün sahibinden bir atı emanet alarak eyerin üzerine atlayarak kaçan atına doğru koşturur. Uzun zaman çevrede araştırır, atını bulamayınca Leylek Dağı’nın eteklerine doğru yönelir. Çayırlık, gürül gürül suların aktığı, yamaçlarının ağaçlarla kaplı olduğu bir yaylaya ulaşır. Atının bu çayırlarda otladığını görür. Bindiği attan inerek kaçan kendi atına doğru yürür. Atı da Sarıkız’ı görünce sevinçle kişner. Atını okşayıp sever. At da alnını Sarıkız’a sürterek hasret giderir. Atına binen Sarıkız emanet atı yedeğine alarak obasına döner. Obada herkes Sarıkız’ın çevresine toplanır. Sarıkız o gün başından geçenleri anlatır. Yaylanın güzelliğini, suyunun ve otunun bol olduğunu söyler ve çadırları sökerek bu yaylaya göçmeyi teklif eder. Obanın ileri gelen yaşlıları birbirlerine bakar, “Bir kez de biz görelim,” derler. Ertesi gün Sarıkız’ı yanlarına alarak yaylayı görmeye giderler. Yaylayı Sarıkız’ın anlattığından daha çok beğenirler. Obanın yarısını bu yaylaya taşımaya karar verirler. Böylece obanın bir kısmı önceki yaylada kalır, bir kısmı da yeni yaylaya yerleşir.
Günümüzde Sarıkız Mahallesi olarak bilinen bu yeni yer çok verimli ve hayvancılık için çok elverişlidir. Köyün tam ortasında iki değirmeni döndürecek kadar güçlü bir su akmaktadır. İnsanların ve hayvanların içtiği bu su, süt beyaz renkte; yazın soğuk, kışın ise ılık akmaktadır. Burada yaşayanlar mutlu, yaşam sevinci dolu bir ömür sürerler. Gel zaman git zaman kendi köyünden bir genç Sarıkız’a âşık olur. Pınarın başında görüşüp anlaşırlar. Sarıkız, “Büyükleriniz gelip ailemden beni istesinler,” der. Daha sonra bütün köyün katıldığı bir nişan töreni yapılarak iki genç nişanlanır. Ertesi yıl harman zamanından sonra düğün yapmaya karar verilir. Sarıkız çeyizini hazırlar. Oğlan tarafı da harman zamanından sonra yapacağı düğüne hazırlanır. Bahar olunca hayvanlarını otlatmak için yaylaya çıkarlar. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylünün işleri yoğundur. İlkyazda padişahtan ferman gelir, köyün gençleri sefere çağrılır. Sarıkız’ın nişanlısı da askere uğurlananlar arasındadır. Köyden asker ocağına gidecek gençler topluca, dualarla yolcu edilir. Savaş başlar, köyde bulunan herkes evladından, Sarıkız da nişanlısından haber bekler. Birkaç ay sonra gidenler geri dönerler. Ancak aralarında Sarıkız’ın nişanlısı yoktur. Gencin ailesi ve Sarıkız büyük üzüntü içerisinde ağıtlar yakarlar. Birkaç gün sonra kendine gelen Sarıkız nişanlısının dışında biriyle evlenemeyeceğini ailesine söyler. Bir süre sonra çeyizini ve takılarını paraya çevirerek köyün ortasındaki pınarın üzerine çok güzel taştan bir çeşme yaptırır. Kitabesinde R.1171 tarihi yazılıdır Ondan sonraki hayatında kendi sürüsüyle, atıyla, ailesiyle meşgul olur. Köyünde yaşayan yetim, öksüz ve ihtiyaç sahiplerine yardım eder. Hastaların derdine deva arar. Vakti saati gelince Sarıkız da bu dünyadan göçer. Köyün büyük mezarlığına defnedilir. Mezarı hâlâ aynı yerinde durur. Sarıkız’ın çeşmesinden su içen insanlar, kurt kuş, börtü böcek, otlar ve ağaçlar susuzluğunu giderip Sarıkız ve nişanlısına duacı olurlar.